Otobüsü Kaçırmış Milletin Çocuklarıyız, Sonra?

Hepimiz, otobüsü kaçırmış bir milletin çocuğuyuz’, diyor üstad Bedri Rahmi ve çok haklı. Şimdi bu sözden yola çıkıp şunu sesli olarak düşüneceğim ve kabaca dillendirilen ezberi seslendireceğim: "Şark coğrafyası/toplumları eskiden Batı'ya kıyasla çok ilerideydi, fakat Batılı toplumlar son yüzyıllarda düşünsel olarak çok ilerlediler, bunu kurumlara/topluma/geleneklere/aidiyetlere yansıttılar, aynı dönemde bu ilerlemenin etkisiyle Şark içe kapandı, geri kaldı…"

Önce bir parantez:

Oldum olası, “bir başkadır benim memleketim..” diskuruna mesafeliyimdir. Hakikaten memleketimiz bir başka mı?

Evet başka. Başka ama, her toplum için kendi coğrafyası özeldir, başkadır ve bir örneği daha yoktur. Dresden’e git, yerlisiyle konuş, Dresden onun için dünyanın merkezidir. Muğla’ya git, yerlisi için Muğla onun için dünyanın merkezidir. Bu “özel olmak” bahsi, her zaman her yerde geçerli olan bir insani refleks, bunu geçelim o yüzden.

Dönelim konumuza. Hakikaten, bir bütün olarak Şark bir zamanlar çok ilerideydi de Batılı toplumlar son 300-400 yılda mı öne geçti? (Basit bir not/sesli düşünme metni olduğu için "öne geçmek", "ileri geçmek/geriye gitmek" gibi kavramları rahatça kullanıyorum.)

Şimdi ilk vakamız şu: Avrupa coğrafyası (özellikle kuzey ve batı Avrupa) sıkıntılıdır; toprağı genelde düzdür ama pek verimli değildir. Buzul çağının bitiminden sonra insanlar fark ettiler ki, bu coğrafyada hayatta kalmak için çok çalışmak, üretmek ve yaratıcı olmak, toprakla epey uğraşmak gerekiyor. İklim koşulları, özellikle yoğun yağışlar topraktan verimli bir şekilde yararlanmaya engeldi. Yani Batılı için üretken olmak, çalışkan ve yaratıcı olmak, bir tercihten öze, zorunluluk olageldi.

Doğu coğrafyasında ise (Anadolu, Mezopotamya, Ortadoğu..) böylesi bir zorunluluk, doğal itici güç yoktu. Topraklar genişti, verimliydi, ekilebilir alan çoktu, ürün boldu. Bu nedenle geniş alanlarda kurulan merkezi devletler+ günlük temel ihtiyaçlarını gidermekle ile yetinen insanlardan oluşan Şark toplumları, bir Batılı gibi üretken ve yaratıcı olmak zorunluluğunda değildi.

Bildik ezberde, “Avrupa karanlık çağdaydı” denildiği dönemde, ta 1080 yılında, İtalya’da Bologna Üniversitesi kuruldu ki, dünyanın ilk üniversitesidir. Şark toplumlarının denizcilikle ilişkisinin çok sınırlı olduğu dönemlerde, ta 825 yıl önce, Germen kavimleri Hamburg’da liman kurdular, liman ticaretine başladılar. 

Doğrudur, bir zamanlar Bağdat'ın, Şam'ın, İskenderiye'nin kütüphaneleri dillere destandı. Fakat hiçbir zaman Şark toplumları, ellerindeki zenginliği yaratıcı bir şekilde işleyip derinleştirme zahmetine katlanmadıkları gibi, İbn-i Haldun, İbn-i Sina, Hayyam, Ali Kuşçu ve dahası, bunların hangi birisine sahip çıkabildi? Pek azına. 

Batı her zaman ilerimizdeydi, bugün de ilerimizde, gelecekte de öyle olacak. Kendimizi kandırmayalım. 

Basit bir bilgi vermeliyim: Bugün tüm Türk üniversitelerinde 12 milyon kitap varken, sadece Harvard kütüphanesinde 16 milyon kitap var. O “büyük Türkiyemiz”, bir tane Harvard etmiyor hani. 

Otobüsü kaçırmış bir milletin çocuğuyuz vesselam. 

Şimdi dönelim hikayemize.

Samatya’da çay içmeyi, Beyazıt’ta aylak aylak gezmeyi, Çengelköy’de sahilde kahvaltı yapmayı, İzmir Kordon’da dostlarla bira/rakı içmeyi, Ayvalık’ta sineklerle boğuşup tatil yapmayı hiçbir şeye değişmem, o ayrı. 

Otobüsü kaçırmış olsa da, en baştaki hikayeye dönüyoruz, bir başkadır benim yetiştiğim, top oynadığım, sevdiğim ve sevildiğim memleketim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder