Üniversite sınavlarına
hazırlandığım dönemler. Gün boyu süren yorucu sınav çalışmasına verilen kısa
bir mola, saatlerdir farklı derslerden bilgilerle dolan zihnimi biraz olsun
kendine getirmek için açılmış bir televizyon. Haber saati. Haberden
anımsadığım, ‘...Uzun yıllar İstanbul Üniversitesi
Hukuk Fakültesi’nde çalışan ve son yıllarda kanser hastalığıyla mücadele eden
Prof. Dr. Bülent Tanör, hayatını kaybetti.’ tümcesi. ‘Önemli
biri olmalı herhalde’ diye geçiriyorum içimden, ‘anayasa hukuku’ alanında
uzmanmış, ciddi çalışmaları varmış, haberde bahsedildiği kadarıyla da hayatı
baskılara karşı mücadele içinde geçmiş bir aydın. ‘Belli ki güzel bir insandı’ diye düşünüyorum, üzülüyorum, bir süre
daha televizyona bakındıktan sonra derse dönüyorum.
Ertesi yıl, Bülent
Tanör’ün İstanbul Hukuk Fakültesi’nin anayasa hukuku kürsüsündeki hocası Prof.
Dr. Tarık Zafer Tunaya’nın kurucu dekanı olduğu İstanbul Üniversitesi Siyasal
Bilgiler Fakültesi’ne başladım. Fakülteye başlayıp da siyaset bilimi – siyasi
tarih okumalarına girişince, üniversite sınavlarına hazırlanırken vefatını
öğrenip üzüldüğüm ‘o hocanın’,
sadece güzel ve önemli bir insan değil, aslında o gün televizyon karşısında anlayamadığım
kadar büyük bir akıl olduğunun farkına
varıyordum. Karşımda, klasik hukuk metodolojilerine eleştirel yaklaşan,
yazdıklarıyla okurunu anayasa hukuku – siyaset bilimi – siyasi tarih üçgeninde
seyri ve anlaması doyumsuz bir gezintiye çıkartan bir bilim ve mücadele insanı
vardı.
Bülent hocayla tanışmamı
sağlayan ‘Kurtuluş Kuruluş’ kitabı,
o güne dek ‘devrim tarihi’ ile ilgili bildiğim pek çok şeyi ters yüz ediyordu.
Bir kere her şeyden önce Bülent hoca, yepyeni bir devrim tarihi okuması
öneriyor, analiz metodolojisine eleştirel yaklaşıyordu. Kitabının arka
kapağında, “…
Tarihsel malzeme ve kronolojik bilgiler arka plânda ve asgari ölçüdedir.
Kitabın konusu ve amacı, olaysal tarihin hikaye edilmesi, anlatılması değil,
bunların arka plânındaki “gizli mantık” bağlarının öne çıkarılmasıdır. Bu
dönemin köklü dönüşümleri hukuk, siyasal bilim ya da siyasal sosyoloji
açısından nasıl yorumlanabilir? Esas soru budur. Dolayısıyla, devlet ve iktidar
bahisleri ana eksenimiz olacak.’ diyordu Bülent hoca. Bildiğimi
sandıklarımı bilmediğimi, bilmekten önce ‘nasıl’ bilmek gerektiğini, sosyal
bilimlerin öncelikle ‘metod sorunu’nda içsel olduğunu ve metodolojik yaklaşımın
bilgi karşısında belirleyici olduğunu, Bülent hocadan öğreniyordum ve
‘rahmetli’ Tanör, yattığı yerden, toy bir siyaset bilimci adayı olan bu satırlar
yazarının hocalığını yapıyordu, yapmaya devam ediyor.
Ardından, hocanın ‘Osmanlı – Türk Anayasal Gelişmeleri’
kitabıyla tanıştım. Yakın dönem Osmanlı – Türkiye tarihinin klasik siyasi tarih
anlatısından uzak, tamamen neden – nasıl - sonuç kavrayışı içerisinde, tahmin
ettiğimin aksine anayasal gelişmelerin modernleşme tarihimizde ne kadar
belirleyici bir rol oynadığını anlamamı sağlayan, bütünsel bir Türk modernleşme
tarihi fotoğrafı edinmemi sağlayan bir başucu eseriydi. Ardından, ‘İki Anayasa: 1961 – 1982’, ve ‘Türkiye’de
Kongre İktidarları’ kitaplarını keşfettim hocanın, her ikisi de yakın dönem
Türkiye tarihi konusunda ufkumu derinleştiren, zengin kılan ve bugün hala
bilgisine ve yorumlarına başvurduğum eserler oldu. Keza Tanör’ün TÜSİAD için
hazırladığı demokratikleşme raporları, bugün hala güncelliğini koruyan ve
özellikle yeni anayasa tartışmaları için referans kaynağı olmayı sürdüren
kapsamlı tespitler içermektedir.
Bülent Tanör, klasik
kanun hukukçuluğu anlayışını reddetmiş, anayasa hukukunun siyaset bilimi ve
siyasi tarihten bağımsız çalışılamayacağını benimseyen hocası Tarık Zafer
Tunaya’nın izinden giderek aslında anayasa hukukunun, sosyal bilimlerin birden
çok alanının kesiştiği zengin ve hayatı ıskalamayan bir uğraş olduğunu göstermiştir.
Tanör’ün eserlerinin sadece hukukçulardan değil, siyaset biliminden sosyolojiye
geniş bir alanda ilgi görmesi ve işlevsel olması, Tanör’ün yaklaşımının
pratikte karşılık bulmasına çok güzel bir örnektir.
Bülent Tanör, 62 yıllık
yaşamına sadece geriden gelenlere inanılmaz zenginlikte bir yol açmayı değil,
son nefesine kadar süren kararlı bir mücadeleyi de sığdırabilmiştir. Gençlik
yıllarından itibaren politik örgütlenmelerin içinde yer almış, 12 Mart ve 12
Eylül darbe dönemlerinde üniversiteden uzaklaştırılmış, yurt dışında yaşamak
zorunda bırakılmış, 1990’larda İstanbul Üniversitesi’ne döndükten sonra ise
rektör Kemal Alemdaroğlu’nun anti-demokratik uygulamalarına karşı vefatına
kadar süren bir mücadele yürütmüş, hayat boyu sürdürdüğü mücadelesini hem
insani hem de bilimsel bir kavrayış olarak benimseyerek entelektüelin işlevinin
ne olması gerektiğini de öğretmişti.
11 yıl önce bir 28
Kasım günü, televizyon karşısında anlamaya çalışan gözlerle Bülent Tanör’ün
vefat haberini dinleyen liseli genç, bugün yüksek lisansını bitirmiş, doktoraya
başlamak üzere olan bir siyaset bilimci adayı. Bülent Tanör’le vefat ettiği gün
tanışmış olmayı, kaderin ve zamanın bir cilvesi olarak kabul ediyorum. Bu
tanışma sonrasında Bülent hocanın öğrencisi olmaksa akademik hayatımın en özel
yanı oldu ve olmaya devam ediyor. Aramızdan ayrılışının 11. yılında Bülent
Tanör’ü özlemle anıyorum, cebelleştiğim her akademik metinde, ‘Acaba Bülent
hoca olsa, ne derdi ve bu metni yorumlarıyla nasıl zenginleştirirdi?’ sorusunun
bir refleks haline gelmesiyle Bülent Tanör’ü arıyorum. Ömrünüze bereket hocam, her
biri alanında ufuk açan eserlerinizle yaşamaya devam edeceksiniz ve daha
öğrenciniz olacak sayısız genç var.