Garp cephesinde yeni bir şey var

Alman Sosyal Demokratların aldığı tarihi seçim yenilgisi, partinin yakın dönemlerdeki politik tercihleriyle hesaplaşabilmesi ve kimlik bunalımını aşabilmesi için bulunmaz bir fırsat.

Almanya’da geçen hafta gerçekleştirilen federal (genel) seçimler, siyasi tablonun en azından önümüzdeki dört yıl boyunca bir merkez sağ koalisyon olacağına işaret ediyordu. Seçimi birinci parti olarak göğüsleyen CDU (Hıristiyan Demokrat Birlik)/CSU (Hıristiyan Sosyal Birlik) ile deyim yerindeyse oy patlaması gerçekleştiren, liberal FDP’nin (Hür Demokrat Parti) koalisyon için yeterli çoğunluğa rahatlıkla ulaştığı Almanya’da, merkez sağın zaferi kadar SPD (Sosyal Demokrat Parti) özelinde sosyal demokratların tarihi hezimeti de dikkate değer. Nitekim SPD, II. Dünya Savaşı sonrası dönemdeki en düşük oy oranını aldı. Bu sürecin SPD’yi radikal bir dümen kırmaya itip itmeyeceği ise ana tartışma konusu. Fakat SPD’nin ağır yenilgisinden önce, seçimin dikkat çekici sonuçlarından bahsetmekte fayda var.

2009 seçimlerinin kuşkusuz en dikkat çeken yanı, Almanya’da uzun yıllardır ilk kez CDU/CSU ile SPD’de temsil edilen merkez sağ ve sol oyların toplamının, yüzde 56 gibi görece düşük bir oranda kalmasıydı. Başka bir deyişle son seçimlerde Almanya’da, her 100 seçmenden 44’ü, merkez partilere oy vermeyi reddetti. Bu noktada merkez partilerin 2005’teki toplam oy oranının yüzde 69, 2002’de ise yüzde 76 olduğunu da hatırlatmak gerekiyor. Merkezdeki bu erime sürecini, birleşmeyi izleyen dönem olan 1990’larla başlayan ekonomik durgunluğa karşı merkez partilerin sosyal refah devletini sürdürebilir ve ekonomik hayatı canlandırabilir adımlar atamaması üzerinden okumak mümkün. Nitekim merkez sağ ve solu aynı paydada buluşturan, kitlelerin yaygın toplumsal, sosyal ve insani taleplerine karşı kayıtsız kalmaları ve toplumdan kopuk bir pozisyon almalarıydı. Ayrıca, son dört yıldır iş başında bulunan büyük koalisyonun, zoraki koalisyon ömrünü uzatmak adına daha çok tali konulara odaklanıp acil çözüm bekleyen sosyoekonomik konuları ıskalamaları da bu erime sürecini tetikleyen faktörlerden oldu.

Seçimin Alman solu, daha da özelde SPD açısından etkileriyse şiddetli olarak nitelendirilebilecek türden. Nitekim Yeşiller’le koalisyon kurarak iktidara geldiği 1998 seçimlerini takip eden süreçte, küreselleşme çağında solu yeniden tanımlayan ve piyasa ekonomisiyle barışık bir “yeni sol” zihniyeti benimseyen SPD, bu tercihiyle birlikte iktidar olmasının hemen ardından, düzenli olarak oy ve güç kaybına uğramaya başladı ve hızlı bir erime sürecine girdi. Geçmişiyle paradoksal bir zıtlığa düşen ve bundan kaynaklı bir kimlik krizine tutulan SPD, bu süreçte geleneksel tabanıyla arasındaki zihniyet mesafesinin düzenli olarak açılmasına ve parti tabanı ile liderlik arasında bir yabancılaşma doğmasına karşı kayıtsız kalacak, “yeni sol” tercihi ile “gelenek” arasında net bir pozisyon alamayarak toplum karşısında inandırıcılık sorunu yaşamaya başlayacaktı. Sözgelimi, bu kriz vesilesiyle SPD son 10 yılda kayıtlı 300 binden fazla üyesini yitirmiş, yıllardır geleneksel olarak elinde tuttuğu eyalet yönetimlerini birer ikişer merkez sağ yönetimlere devretmek zorunda kalmış ve partinin önde gelen pek çok ismi, partinin sağa kaydığını ve etkin sol politikalar üretemediğini ileri sürerek partiden ayrılmış ve yeni sol hareketlerin (Die Linke gibi) öncüsü olmuştu. Fakat yine de tüm olumsuzluklara rağmen SPD, yıllardır beklenen, ancak özellikle partinin etkili ismi Schröder’in kişisel karizmasının etkisiyle ertelenen büyük çöküşü ancak geçen hafta yaşayabildi ve 1953’ten bu tarafa en düşük oy oranı ile havlu attı: Yüzde 23. (1953’deki oy oranı yüzde 28’di.)

Yeni merkezin iflası
Bu çöküş sürecinde SPD liderliğinin anlamakta zorlandığı, toplumdan çok girişimcileri/özel sektörü merkez alan, dayanışma fikrini arka plana iten, sosyal refah devletini tasfiye edici adımları kendisi atınca oy kaybına uğrarken, aynı adımların daha sert atılmasını savunan CDU/CSU çizgisinin niçin bu kadar hasar görmediğiydi. Buradaki temel gerekçe, SPD’yi var eden geleneksel tabanın talep ve beklentileri ile, merkez sağ CDU/CSU çizgisinin tabanının talep ve beklentilerinin örtüşmemesi. SPD liderliğinin kendi tabanındansa ekonomik istikrar ve mali disiplin talep eden iş ve medya dünyasına kulak vermesi, SPD ile tabanı arasındaki kopukluğun ve partinin erime sürecinin nirengi noktası oldu. Ayrıca eklemek gerekir, seçim sonuçları, neoliberal zamanların havlu attığı şu günlerde Schröder’in çizgisinde vücut bulan ve piyasa ekonomisiyle barışık bir “sol”u tanımlayan Alman yeni merkezciliğinin de iflas ettiğinin resmidir. Bu bakımdan da Alman yeni merkezciliği, SPD içerisinde geniş olarak tartışılabilir. Nitekim hem uluslararası konjonktür hem de partinin içerisinde bulunduğu güç durum, bunu mümkün kılıyor.

SPD’nin aldığı tarihi seçim yenilgisi, partinin yakın dönemlerdeki politik tercihleriyle hesaplaşabilmesi ve kimlik bunalımını aşabilmesi için bulunmaz bir fırsat. Bu noktada SPD liderliğine düşen ilk iş, insanların daha fazla sosyal adalet ve dayanışma ve daha toplum odaklı politika beklentilerinin olduğu zamanlarda Batı’nın en köklü sol partisi olan SPD’nin, niçin bir umut haline gelemediğini kendilerine sormak ve özellikle partinin iktidar ortağı olduğu son 11 yıllık süreçte nerelerde hangi yanlış tercihlerin öne çıktığını tespit etmek, daha da önemlisi yeni bir dünya düzeninin temelinin atıldığı şu günlerde SPD’nin bu değişim sürecine nasıl bir yanıt vereceğinin kararını netleştirmektir. Şüphesiz, toplumdan ve toplumsaldan yana, sosyal adalet ve eşitliği merkez alan, daha çoğulcu, daha özgürlükçü ve toplumsal dayanışma ruhuna sadık bir SPD, toplum tarafından daha sıkı ve kalıcı olarak kucaklanmayı başarabilecektir. Nitekim Almanya’da sol seçmen, beklentileri ve umutlarıyla çakışmayan bir partiden, SPD bile olsa, vazgeçebileceği mesajını vererek üzerine düşeni fazlasıyla yerine getirdi. Bundan sonraki süreçte SPD’nin izleyeceği rota ise, Almanya’da solun hangi denklem üzerinden şekilleneceğini ve sosyal demokrasinin bu denklemdeki yerinin ne olacağını belirleyecek. SPD, muhalefete çekilme şansını en iyi şekilde değerlendirmeli.

04.10.2009 RADİKAL İKİ