AKP'ye Hayır Demek İçin Yedi Neden

AKP, yaklaşım dokuz yıldır iktidarda bulunuyor. İktidara geldiği ilk dönemde, sol-liberal çevrelerin de desteğini alarak tabanını genişleten AKP, özellikle 2007 genel seçimlerinin ardından yapamadıkları ve üstlenemedikleri ile yaygın bir hayal kırıklığı yarattı. Bunların üzerinden giderek, AKP'ye muhalif bir pozisyonun arka plânında nelerin olduğunu irdelemeye çabalayalım.

İlk madde, yeni anayasa konusu. Temmuz 2007'de, AKP'yi, sadece asker vesayetine karşı arkanızda durmak için değil aynı zamanda siyasal sistemi, hukuk düzenini, hak ve özgürlükleri evrensel standartları karşılayabilecek şekilde düzenleyecek bir yeni anayasa çalışması vaadine güvenerek, içerisinde epeyce sol-sosyalistin de bulunduğu yüzde 47'lik bir kitle destekledi.Fakat AKP, ardında yüzde 47'yi bulan desteğe rağmen, aradan geçen dört yılda yeni anayasa hazırlanması adına en ufak bir adım atmaktan imtina etti; aksine yeni anayasa ile ilgili tüm talepleri erteleme yoluna gitti ve kendisini daha çok demokrasi ve özgürlük adına destekleyen kitleleri hayal kırıklığına uğrattı.

İkinci madde, hafiflemesi şöyle dursun, giderek ağırlaşan Kürt sorunu. DTP Meclis'e girmişti ve Kürt hareketinin meşru, seçilmiş temsilcileri en sonunda Mecliste'ydi; artık hükümetin karşısında muhatap alabileceği birileri vardı; üstelik hem siyaseten hem de hukuken, DTP'yi muhatap alırken bir sorun yaşanmayacaktı. Nitekim söz konusu olan, halk oyu ile seçilmiş, meşru bir siyasal partiydi. Memleketin sağlı sollu demokratları olarak epey umutlandık bu dönemde; Erdoğan ve arkadaşlarının söylemleri oldukça kararlı ve net gözüküyor dedik, Kürtler Meclis'te temsil ediliyor ve AKP ile birlikte Kürt sorununda çözümsüz kalan yerlerin altını dolduracaklardır diye sevindik. fakat anladık ki, o kadar safdil hayallermiş ki bunlar; bırakın Kürt sorununu çözmeyi, hükümet Kürtlerin meşru temsilcilerini dahi muhatap almaktan imtina ediyordu. Seçilmiş bir milletvekili olan Ahmet Türk'ün elini sıkmak, milletin Meclis'inin vekili olan DTP'lilere Başbakanlık'ta randevu vermek, aylara taşan büyük bir olay haline geliyordu. Mikforonların başına geçip Kürtçe konuşmaktan geri durmuyordu Erdoğan, fakat Ahmet Türk Kürtçe konuştuğunda Meclis TV yayınını kesiliyordu; "bu memlekette Kürtçe konuşulacaksa, onu da biz konuşuruz" dercesine. Anladık ki, AKP'nin Kürt sorununu çözmekten muradı, kendi makul ve makbul Kürdünü yaratıp, kendi frekanslarıyla uyumlu hareket eden bir topluluk oluşturmaktı.

Üçüncü madde, Alevilerin yıllardır dile getirdikleri taleplerle ilgili hükümetin pozisyonu. Alevilerle ilgili temel sorunlar ve talepler basitti aslında ve bunların tamamı, özünde Alevi kimliğinin tanınmasına çıkan taleplerdi: Cemevlerine ibadethane statüsünün tanınması ve zorunlu din kültürü ve ahlak bilgisi derslerinin kaldırılması ya da seçmeli hale getirilmesi, öncelikli iki talepti. Aradan geçen 9 yıla rağmen, AKP, sayısını artık hatırlamakta zorlandığım kadar çalıştay düzenleyip, raporlar yayınlamanın ötesine geçemedi. Yine anlamakta güçlük çektiğim, Cemevlerini Alevilerin ibadethanesi olarak tanımak, din kültürü ve ahlâk bilgisi derslerini Alevileri mağdur etmeyecek şekilde düzenlemek bu kadar güç müydü ve bu düzenlemeler için sayısız çalıştaya ve binlerce sayfalık raporlara gerek var mıydı?

Burada bir parantez açmak gerekiyor; bu da dördüncü maddemiz olsun: Kürt sorunu ile Alevi sorununda AKP'nin aynı meşum refleksi ürettiğini görüyoruz: "bu (Kürt ve Alevi sorunları) sorun vardır, bu sorunun varlığını kabul ediyorum ve bu sorunu da benim kodlamalarım ve tanımlarım, pozisyonum eşliğinde çözeceğiz." Daha açık bir ifadeyle AKP, Kürt ve Alevi sorunlarına yaklaşırken makbul/ideal Kürt ve Alevi kimliği yaratma çabasına girişip, hükümet yaklaşımı dışındaki tüm yaklaşımları ve kendi kodlarına uymayan tüm Kürt ve Alevi unsurları muhatap dahi almaktan imtina etti; bu kesimleri marjinalleştirme yolunu yeğledi. AKP'nin bu yaklaşımı, bu sorunlara reddiyeci yaklaşan yasakçı zihniyetten daha tehlikeli; çünkü bu kez de sorunu çözme çabası görüntüsü altında bir soft-baskı ve tek tipleştirme istenci söz konusu oluyor ve bu ahlâksızlığın şemsiyesi de, demokratikleşme olarak tezahür ediyor.

Beşinci madde, Avrupa Birliği ile ilişkiler. 2007'de sandığa gidildiğinde, AB'den müzakere vizesini alalı iki yıl olmuştu ve düşünüyor ve diyorduk ki, "Cumhurbaşkanlığı krizi de çözülüyor, ayrıca yüzde 47'lik destekle AKP yeni anayasa konusuna da hızla eğilecek..2005 yılından beri durmuş haldeki AB süreci de, kaldığı yerden ve daha hızlı olarak devam eder.." Epey umudumuz vardı sayın Erdoğan. Kapalı halde bekleyen fasılların açılması için olağanüstü bir dış politika trafiği yürüteceğinizi, gerçekleşen reformları içselleştirici adımlar atıp gerçekleşmesi gerekli reformlar için de irade göstereceğinize ve tüm bu süreci demokratikleşmeye dair sorunlarla birarada yürüteceğinize inanmıştık. Fakat 2007'den 2011'e, AB-Türkiye ilişkilerinde elimizde koskoca bir sıfır bulunuyor; de facto olarak Türkiye -AB ilişkileri 2005'ten bu tarafa dondurulmuş halde bir kenarda bekliyor. Bu kadar iyimser beklentiler içerisinde olduğumuz Başbakan Erdoğan'ın, AKPM'de Avrupalı parlamenterleri haşlayan türde, agresif ve alacakaranlık 90'ların melun siyasilerini hatırlatan sevimsizlikte bir konuşma yapmaktan imtina etmediğini de hatırlatalım.


Altıncı madde, hayatın her yanını istisnasızca sarmış olan neo liberal dalgaya, hükümetin daha yakından el vermesidir. AKP zihniyeti, yoksulların, çalışanların, öğrencilerin, ağaçların, hayvanların, şehir dokularının...değil işadamlarının ve işkadınlarının, güldüklerinde tüm dişleri sinir bozucu netlikte görülen memleket zenginlerinin ve müteşebbislerinin yanında yer almayı yeğledi. Bir avuç müteşebbisin girişimcilik ruhunu teşvik etmek adına, milyonları sefalete sürüklemekten ve şehirlerimizi neo liberal dönüşümün acımasız ellerine itmekten imtina etmedi.

Son maddemiz ise, sizinle ilgili Sayın Erdoğan. hatırlarsınız, bir zamanlar sizin en afilli destekçilerinizden olan Fehmi Koru, "Obama gibi geldi, Bush gibi oldu" buyurmuştu sizin için. evet, tam olarak son meşum bu: kasımpaşalı gecekondu çocuğu Tayyip gitti, yerine ankaralı Erdoğan geldi. her öfke nöbetinizde, her tahammülsüzlük gösterinizde, her iktidar tatmininizde, gücünüze mahkum birisi haline geldiğinizi izliyorum.

AKP'nin pek çok alanda alanda Türkiye'ye nefes aldıran, ülkeyi ileriye taşıyan pek çok icraatı oldu ve dünya görüşüm Erdoğan ve arkadaşları ile paralellik göstermese dahi, bu icraatların gerekliliğini her platformda savundum; çünkü özgürlükçü, demokrat ve adil olabilme kaygım vardı. Ve bugün yine salt aynı kaygılarla, AKP'ye hayır diyorum. Daha özgür, daha demokratik ve daha adil bir Türkiye için, AKP'ye hayır dememiz gerekiyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder